Niğde Sözlüğü

ÖNSÖZ

Niğde ili tarihi, örfü, gelenek ve görenekleri olarak ilginç bir şehir. Tarih olarak Frigler, Hititler, Roma İmparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu, Birinci Beylikler Dönemi, Anadolu Selçuklu Devleti, İkinci Beylikler Dönemi, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devletlerine tanıklık etmiştir.

Niğde’nin köyleri hepsi birbirinden farklı olup düğünler, yemekler ve konuşurken kullandıkları kelimeler bakımından zenginlik göstermektedir.

Bademdere, Gökbez, Kemerhisar, Bahçeli, Başmakçı, Çömlekçi, Yaylayolu, Güllüce, Kavlaktepe, Murtaza, Yeşilyurt, Okçu, Balcı, Kayı, Hançerli, Dikilitaş, İçmeli, Karatlı, Konaklı, Maden, Tepeköy, Tırhan, Darboğaz,Kömürcü, Alihoca, Uluağaç, Kiçiağaç, Yeşilburç, Kırkpınar, Karanlıkdere ve Taşlıca gibi köy ve kasabaları gezerek bu yerleşim yerlerindeki sakinlerle bizzat diyaloğa girerek kelimeleri topladım. Bu diyaloglar neticesinde binden fazla kelime topladım ama işin ilginç kısmı “r” harfi ile başlayan bir tane bile kelime bulamadım. Bu ilginçlik Türkçe’de “r” harfi ile başlayan kelime olmamasındandır. Mesela Türk milleti Ramazan kelimesini Iramazan, Recep kelimesini İrecep, Rıza kelimesini Irıza olarak telaffuz etmiştir.

Bana köylerde yardımcı olan köy muhtarlarına ve köy sakinlerine teşekkür ederim.

A

Aba: Abla, anne.

Abaruh: Bir durum karşısında şaşkınlık belirten kelime. Abarih olarak da kullanılır. Abo gibi.

Abrul: Nisan.

Abugat: Avukat.

Abulobut: Çok fazla yiyen. Obur.

Acep: Acaba.

Acer: Yeni.

Adı batasca: Adı batasıca.

Adırmusun: Koyunlu’nun eski ismi.

Adilimit: Beyaz bir üzüm cinsi.

Ağız: Doğuran hayvanın sağılan ilk sütü.

Ağız meselemek: Söyleneni tekrar etmek.

Ağma: Yükün bir tarafa kayması.

Ağsamak: Aksamak.

Ağnanmak: Hayvanların kumda oynaması.

Ahaba: Meyil, akıntı.

Ahizar: Bıktırmak.

Ahtimşah: Eskiden kalma.

Akçaviran: Akçaören Köyü’nün eski ismi.

Aktoprak: Kılan Köyü’nün eski ismi.

Alaf: Çok sıcak.

Alabustan: Uğur böceği ile kertenkeleye verilen ad.

Alacanlı: Yarı ölü.

Alacebit: Yarım yamalak.

Alasamet: Acele etmek.

Alasındık: Bor’da yaşayan Papreçko ve Kırlen muhacirlerinin kullandığı Allah’a sığındık anlamına gelen kelime.

Alaşa: Yalakalık yapma.

Alaz: Sinirlenme. Ateşin yeni alevlenmesi.

Aldaal: Buraya getir.

Alem terem: Yarım yamalak.

Alemeşkere: İnkar etme.

Alengirli: Çelişkili.

Aleşmek: Zaman geçirmek.

Algın çıkmak: Hasta, zayıf.

Alık: Örtü.

Alışık: Alacak.

Alma: Elma.

Allah gönendirsin: Allah başarılı etsin.

Allek: Gözü açık, uyanık. Nasıl güzel, şaşırma.

Allitmiye: Allah korusun.

Alluk canım Alluk: Allah canım Allah. Kılavuz köyünde şaşkınlık, heyecanlanma, sevinç gibi durumlarda kullanılır.

Amel: İshal.

Ammitmissin: İyi yapmışsın.

Anadut: Biçilen ekini bir yerden bir yere aktarmak için kullanılan dört tırnaklı uzun tarım aleti.

Anarat: Gizli olmayan, aşikar.

Andal: Tarlanın bir bölümü.

Andaval: Aktaş köyünün eski ismi.

Anduğu: Altunhisar ilçesinin eski ismi.

Angabut: Karabasan.

Angesten: Mahsustan.

Anı: Hayvanların boğazındaki şişkinlik.

Aniyaa: Şaşırma ünlemi.

Annaç: Alnın ön tarafı.

Apartlamak: Hırsızlık, aşırmak.

Aralık: Koridor.

Aralığa uğramak: Hastalanmak, grip olmak.

Aravan: Niğde merkeze bağlı Kumluca mahallesinin eski ismi.

Ardaklaşmak:  Kesilen ağaçların zamanla mantarlaşması.

Argaç: Koyun sürüsünün yattığı yer. Halı dokurken ilmiklerin arasından geçirilen ip.

Arnaç: Karşı taraf.

Asbuzu: Karanlıkdere köyünün eski ismi.

Aseleten: Bilerek.

Asfinik: Naftalin.

Asmaz: Yeşilyurt köyünün eski ismi.

Aşağı yil: Lodos.

Aşırt: Tepenin arka tarafı.

Aşlık: Tarhanalık bulgur. Buğday.

Aşşık: Koyunun ayak kemiğinden yapılan oynanan oyun.

Ate: Hala.

Athar: Çömlekçi Köyünün en eski ismi.

Atiye: Fazlalık.

Atmaca atmak: Atlatmak, bir işi yapmamak.

Atmer: Bilye oyununda diğer bilyeleri vurmak için elde tutulan bilye.

Avar: Sebze ekilen yer.

Avcarlı: Becerikli.

Av galdırma: Dolduruşa getirme.

Avgun: Üstü kapalı su yolu.

Avır zavır İtme: Saçmalama.

Avkalama:  Çabucak iş yapan. Kandırma. Boğma.

Avkitme: Susturma.

Avkmak: Çamaşırları durulamak.

Avşarlama: Üstünkörü iş yapma.

Ayak Yolu: Tuvalet.

Ayeneşkere: Alenen.

Aydınyurt: Niğde merkeze bağlı Fertek köyünün eski ismi.

Aytamas: Çayırlı köyünün eski ismi.

Ayyar: Üşengeç.

Azayınsız: Huysuz, hırçın.

Azdala: Azatlı köyünün eski ismi.

 

 

 

 

 

 

                                  

 

                                                           B

Baam: Bakalım. Dur baam.

Babacca: Papatya.

Babal: Vebal. Vebalı, babalı boynuna olsun.

Badas: Harman yerinden toplanan samanlı tahıl.

Badaslı: Temiz olmayan, pasaklı.

Badıl: Yok etme.

Badıruk: Ekşi.

Bağcak: İp.

Bağırtlak: Oyunda bağırarak haber veren kişi.

Bağrı Geçmek: Uyuya kalmak.

Bağvant: bağa bakan kimse.

Bahele: Bakar mısın. Bahele kardaş.

Balbaşı: Pekmezin iyice kaynatılması.

Baldırcan: Patlıcan.

Bandıkmak: Bebeğin ağlamaktan yorgun düşmesi. Terlemek.

Bannakcak: Ot biçerken parmağı kesmemek için parmağa takılan parmaklık.

Baravun: Havuzlu köyünün eski ismi.

Barey: Şaşırma ünlemi.

Bariğ: Şaşırmak.

Baru: Korkmak.

Basdırma: Tavupu kuluçkaya yatırma.

Basta: Pazarlarda satış yapmak için kurulan tezgah, sergi.

Bastana: Değirmenli’nin eski ismi.

Başşak: Arda kalan sebze, meyve.

Batman: 8 kiloluk ağırlık birimi. Karpuz ve kavun alımında kullanılır.

Bayam: Badem

Bayamdere: Bademdere köyünün eski ismi.

Bayraklı: Gizlisi, saklısı olmayan kişi.

Bazar ekmeği: Somun ekmeği.

Bebillemek: El üstünde tutmak.

Bedime gitti: Garibime gitti.

Behdem: Becerik.

Behdemsiz: Elinden bir iş gelmeyen.

Bekere: Boynuzdan yapılmış dişli makara.

Belemek: Çocuğu sarmak, kundaklamak.

Belertmek: Gözünü iyice açmak.

Beletme: Gözünü ayırarak bakma.

Benek atma: Düğün hediyesi.

Beni kendine çaptırma: Beni kızdırma.

Benilemek: Şaşırıp kalmak.

Benniklenme: Büyüklenme.

Berçin: Ağzına kadar dolu.

Berkitmek: Bir eşyayı sahibinin haberi olmadan başkasına vermek.

Besdirme: Kapıyı sürgüleme.

Beşernek: Becerik, becermek.

Beyit: Keklik tuzağı.

Beytambal: Sahipsiz mal.

Bezi: Hamurun küçük parçaları.

Bezilemek: Hamuru ekmek yapmak için küçük parçalara ayırmak.

Bıldır: Geçen sene.

Bıllık: Taze.

Bıngıldak: Gırtlak.

Bicik: Meme, inek memesi.

Bilde: Örülen saçın bölümleri.

Binar: Çeşme.

Bilişememek: Paylaşamamak.

Biroş: İçinin fena olması. İçim biroş oldu.

Biseel: Birazdan.

Bişirgeç: Yufka pişirirken kullanılan sopa.

Bişirik: Samanla karışık çamur.

Bişya: Tere yağ elde etmeye yarayan edevat.

Bitevirsin: Değişik, tuhaf kişi.

Bocut: Su içilen testi.

Bodu: Hindi.

Boğarsak: Çiftleşecek olan sığır.

Bolamadı: Bol bol.

Bolun: Buğday ambarı.

Bor şepesi: Fırın ekmeği.

Böğelek: Büyük baş hayvanlarda olan böcek.

Böğemek: Suyun önünü kesmek.

Böhürsüz olmak: Utanmak.

Böön: Bugün.

Buğlez: Kambur.

Buha: Hayvanların fazla uzaklaşmaması için ayaklarını bağlamak.

Buhayli: Tandırın bacası.

Bulduruç: Kavlaktepe köyü’nün eski ismi.

Bunar: Pınar.

Burna: Yeniyıldız köyü’nün eski ismi.

Bunaşşa: Aşağı doğru.

Buymak: Üşümek.

Buzalama: İneğin doğurması.

Bülü: Civciv.

Büzdümü batmak: Kuyruk sokumu kemiğinin batması.

Büzeyden: Pekmezin aşırı kaynatılmış hali.

 

 

 

 

 

                                                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

C

Caaz: Adet, tane.

Caca: Bor’da yaşayan Papreçko ve Kırlen muhacirlerinin amca anlamında kullandıkları kelime.

Cacıhlı: Şımarık.

Cağlak: Şelale.

Canavar: Kurt.

Cancıkma: Üzülme.

Cari Cari: Çabuk.

Cavlak: Soyulmuş ceviz.

Cavurdamak: Gürültü yapmak.

Caydak: Bir şeyi sade yemek, katıksız yemek.

Caynas: Rahatsız edici sesler çıkaran.

Caytar: Zayıf.

Cazgır: Arsız.

Cedda: Cadde.

Cehidemin ağı: Cehhenemin dibi.

Cehri: Yeşile çalan renk.

Cekkelek: Hafif uçarı, ele avuca sığmayan.

Cellab: Gözü açık.

Celpenek: Etin iyi olmayan kısmı.

Cemi cümle: Cümleten.

Cencik: Çelimsiz. Ufak tefek tahıl taneleri.

Cengari: Koyu lacivert.

Cevşen: Kışa saklanan üzüm.

Ceymel: Çobanın değneği.

Cezvezi Bulanmak: Kıskanmak, çekememek.

Cıba: Bebeklerin giydiği gömlek.

Cıbır: Tam takır, kuru bakır.

Cıfıtlık: Oyun bozan.

Cılga: Patika yol.

Cılgısız: Yaramaz.

Cıllıc: Oyun bozan.

Cımbar: Halıları germeye yarayan demirden yapılmış araç.

Cınara: Çınarlı Köyü’nün eski ismi.

Cıngıl: Üzüm salkımı.

Cıngır: Bozuk para.

Cıngırdak: Çan.

Cınnak: Tırnak.

Cıpdantı: Üzüm posasından damlayan şıra.

Cıradan: Aniden, hızlıca.

Cırba: Üzüm posası.

Cırkıdık: Aşırı ezilmiş.

Cızıl büzük: Oyun bozan.

Cızlagan: Isırgan otu.

Cidav çıkarmak: Kavga çıkarmak.

Cikatan: Oynak, fingirdek.

Cilbar: Menemen. Çılbır.

Cin arabası: Bisiklet.

Cinaz: Ortalığı karıştırma.

Cingi: Taş.

Cingil: Kova.

Cingilibişşik: Eşek arısı.

Ciyak: Bir kuş türü.

Coruksuz: Çok israf eden.

Cöğüz: Ceviz.

Cukka: Para kesesi.

Cunfurlu: Süslü.

Curkadan: Bir gıdanın boğazdan hızlıca geçmesi.

Curun: Şarapanın su akan deliği.

Cücü: Balcı Köyü’nün eski ismi.

Cülük: Civciv.

Cüsün: Tuhaf, acayip.

Cüver: Ciğer.

Cüzbüzük: Çıt kırıldım, çabuk ağlayan.

 

 

 

 

 

 

 

                                  

 

 

 

 

                                                           Ç

Çaalık: Lavabo.

Çağlık: Banyo.

Çağşak: Hayvanların kuyruklarına yapışan dışkı.

Çağşaklı: Parçalı kirli.

Çakmak böycüsü: Uğur böceği.

Çala: Az, biraz.

Çalıdudu: Böğürtlen.

Çankaza: Yırtıcı.

Çapar çavuş: Her işe burnunu sokan.

Çapcı: Yalancı.

Çaput: Bez.

Çaşarat: Yaramaz.

Çatma: Gölgelik.

Çavdar kuyruk: Alıngan, sinirli

Çavmak: Parlamak.

Çavrıkmak: Suyu çekilmek.

Çebiç: Bir yaşındaki keçi.

Çeç: Harman yığını.

Çeğmel: Baston.

Çelermek: Zehirlemek.

Çemkirmek: Bağırarak konuşmak.

Çençire: Tencere.

Çenet: Cevizin iki parçasından biri.

Çenilemek: Köpeğin canı yanınca çıkardığı ses.

Çerkezköyü: Orhaniye köyünün eski ismi.

Çeten: At arabasının etrafının tahta ile çevrilmesi.

Çevlik: Yayladaki hayvan ağılı.

Çığın: Omuz.

Çığırkan: Toprak damlarda yuvaklara takılan ve yuvağın dönmesini sağlayan araç.

Çıkın: Yemek bohçası.

Çıkgın: Dışarı doğru uzamış.

Çıkla: Sade.

Çıltak: Şımarık.

Çıltıh: Çalı çırpı.

Çınaddır: İri gözenekli kalbur.

Çırpız: İnce odun.

Çiğin: Omuz.

Çiğşemek: Çarpıntı.

Çilinti: Hafif yağan yağmur.  

Çile: Halı dokurken kullanılan bir terim.

Çillez: Rutubet.

Çilte: Yorgun.

Çinerme: Sinirli bakma.

Çintiyan: İç çamaşırı.

Çipili: Su birikintisi.

Çipki: Değnek.

Çişmek: Ağaçların taze filizlri.

Çit çubuk: Tarla tapan.

Çoğunsama: Çok bulma.

Çona: Çocuk.

Çonur: Çalının dikeni.

Çoor: İğde dikeni.

Çot: İş göremeyen.

Çöğdürek: İdrar.

Çömmek: Oturmak.

Çönelmek: Dik durmak.

Çönge: Beceriksiz.

Çörten: Oluk.

Çullu: Kötü giyinmiş kimse.

Çulta: Battaniye olarak kullanılan bez.

D

Dabanca: Yağmurlama.

Dabansız: Korkak.

Dabaz: Nazara gelmek.

Dabıklama: Olduğu yerde sızma.

Dadanma: Alışma.

Dağdaki: Domuz.

Dahan: Tahin.

Dahra: Bir çeşit satır.

Dal: Sırt.

Daklaşmak: Sataşmak.

Dalapsamak: Dişi eşeğin kızgınlaşması.

Dalına yil girmiş: Belini soğuk almış.

Dallama: Kereste.

Dammak: Aniden akla gelmek.

Dam tanası: İri kıyım.

Danışık: Düğünü duyurma, sadıç ve bayrak tutanı belirleme.

Danmak: Danışmak.

Dapıklamak: Bulunduğu yerde uyuya kalmak.

Dastallanma: Kadınların örtünme şekli.

Dastar: Baş örtüsünün kaymaması için altına bağlanan örtü.

Dattiri: Kısa giyinen.

Dayangın: Zayıf keçi ve koyun.

Daylak: Köse.

Daylılar yi: Zıkkım ye.

Defirgam: Eğlence.

Değişik: Sırasıyla birbirine süt vermek. Çamaşır.

Dehelemek: Emeklemekten yürümeye geçmek.

Dekdur: Yaramazlık yapma, uslu dur.

Delbek: Darbuka.

Deli dayduk: Delikanlı, kanı hızlı akan.

Demlik: Çaydanlık.

Denelenmek: Hayvanın çok yiyip çatlaması.

Dengilsiz: Beceriksiz.

Depik: Tekme.

Depme: Bidon.

Dermuson: Hançerli Köyü’nün eski ismi.

Deşirmek: Toplamak.

Deşretmek: Didik didik etmek.

Devlisi gün: Yarından sonraki gün.

Devramber: Ay çiçeği.

Deyor: Diyor.

Dığızgamak: Kulak kabartma.

Dığrama: İyileşme.

Dıhan: El koymak.

Dıhılmak: Girmek.

Dıhım: Lokma.

Dıkaçlı: Burnundan konuşma.

Dıkıl: İçeri gir.

Dımıh: Ilık.

Dımışk: Düzgün.

Dınarma: Çok üşüme.

Dırca koymak: Karşı gelmek.

Dırmaşlamak: Sırtına bağlamak.

Dıtmık: Tırmık.

Dıvran: Yayık.

Dibek: Taştan oyma buğday dövme aracı.

Diğrek: Sağlam katlı.

Diki: Fasulyenin sarılması için dikilen çubuk.

Dildan gibi: Dar giyinen.

Dimek: Söylemek.

Dimi: Şalvar.

Dimicik durmak: Esas duruşa geçmek.

Dinek: Örf, adet.

Dinelmek: Ayakta durmak.

Diniz: Sakin.

Dirliksiz: Geçimsiz.

Dişirmek: Toplamak.

Divara: Divarlı Köyü’nün eski ismi.

Divit: Kalem.

Divre: Kavun.

Divrin: Yıldıztepe Köyü’nün eski ismi.

Dohanmak: Bir yiyeceğin vücuda dokanması.

Dolukmak: Yorulmak, bitip tükenmek.

Domuş: Ayakta durmak.

Domuşmak: Küsmek. Durgunluk.

Doncak: Çıplak.

Doşan: Eski.

Doylamak: Doyurmak.

Dozdoz: Burnu havada.

Döküle galma: Ölme, uzun yaşa.

Dölek dur: Düzgün dur.

Dölen de gel: Dolan da gel.

Döş: Göğüs.

Döşek: Yatak.

Dragon: Bahçeli Kasabasının eski ismi.

Du ilaşı: Şaşırma. Ayıp.

Dulda: Kuytu.

Dul yazma: Oyasız yazma.

Durmaş bağı: Annelerin sırtlarında bebekleri taşımak için yaptığı bağ.

Duş geldiye: Boşu boşuna. Rastgele.

Duşka: Salak, budala.

Duşlamaya: Rstgele.

Duvak: Evin damında bulunan yassı taş.

Duzlu duzsuz konuşma: Saçma sapan konuşma.

Dürtülme: Uzun yaşama.

Düven: Buğdayı samandan ayıran tahta tarım aleti.

 

 

 

 

                                  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                            E

Ebe: Anneanne, babaanne.

Ebem kuşağı: Gökkuşağı.

Ebe yılanı: Kertenkele.

Ebrem: Tembel.

Eçi: Arkadaş.

Ediği: Edikli Kasabasının eski ismi.

Edik: Çocuk ayakkabısı.

Eftik: Meşgale.

Eftiklenmek: Oyalanmak.

Eğe kemiği: Köprücük kemiği.

Eğri dama: Kerpiç evlerin damlarına yükselen kenarları.

Eğrisine anlamak: Yanlış anlamak.

Eğsikli: Kadın, bayan.

Ehil: Yavaş.

Ehnezime: Ağrının azalması.

Ehtaç gitmek: Yoksun olmak.

Elbiz: Eski evlerin tavan köşelerinde olan örümcek ağı.

Ele mi la: Öyle mi?

Eli uz olmak: Eli yatkın olmak.

Elgalem: Çıt kırıldım.

Elganemi: Elinden iş gelmeyen.

Elma yuvarlayan: Bok böceği.

Elpeşte: Elpençe durmak.

Emete: Hala.

Emlik: Taze kuzu.

Emmi: Amca.

En: Hayvanların kulağına yapılan iz.

Endea: Elindeki.

Endeağirde: Oralarda.

Endek: Kalitesi düşük.

Endemsiz: Beceriksiz.

Enderme: Boca etme.

Enehil: Dikilitaş Köyü’nün eski ismi.

Enek: Sermaye.

Ense: Arka.

Eov: Hey gibi seslenme ünlemi.

Epelemek: Elle su serpiştirmek.

Eremekem: Sereserpe.

Erikletme: İştahı kapatmak için abur cubur yedirme.

Ermenek: Lastik ayakkabı.

Ersin: Tandırdan çöreği çıkartmak için kullanılan demir alet.

Esbap: Giyisi.

Eşgane: Ambar.

Eşgi: Salça.

Evcek: Ailecek.

Evdinme: Oyalanma.

Evermek: Evlendirmek.

Evgin: Acele davranan.

Evil yavul itmek: Kem küm etmek.

Eviştirme: İşleri düzene koyma.

Evlek: Ev yapmak için arsa.

Evtiğim daraldı: Sıkıldım.

Evtik: Oyalanacak eşya.

Eza: Cenaze.

Ezalı: Kibrit.

Ezva: Kibrit kutusunun ateşleme yeri.

 

 

 

 

 

 

 

 

                                              

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           F

Faldırama: Titreme.

Fanila: Gömlek.

Farıç: Keklik yavrusu.

Faşe: Altına çişini yapmış çocuk.

Fehim: Önem.

Fehmetmek: Anlamak.

Felfene: Ortaklaşa yapılan yemek.

Fenekir: Delik deşik.

Ferfere: Piknik.

Ferhenk: İçmeli Köyü’nün eski ismi.

Ferik: Büyük civciv.

Fermana: Uzun kadın yeleği.

Fıcıtmak: Fırlatmak.

Fıldırmak: Fırlatmak.

Fırgalaydı: Hızlıca dönme.

Fıskulak: Mantargillerden içi boş ve küçük mantar.

Fışkı: Hayvan pisliği.

Fışkın: Ağaçtaki yeni dallar.

Fıtlık: Çok ekşi.

Fıymak: Kaçmak.

Filase: Lafın kısası.

Filçik: Okşama sözü.

Finas: Sultanpınar Köyü’nün eski ismi.

Firasetli: Düşünceli.

Fisil: Yemekteki et parçaları.

Fişan: Ağaç sürgünü.

Fişkene: Salyangoz.

Fizay: Ağrı.

Foccuklama: Kurcalama.

Folluk: Tavukların yumurtlaması için tavukların altına konulan yumurta.

Fonnuk: Akar suyun bir yerden geçmesi için açılan delik.

Foraklama: Hızlıca atma, fırlatma.

Fos: Boş, fıs, çürük.

Fotlak: Burun pisliği.

Fotulama: Suyun hızlı akması.

Firengi: Eski kapıların kilit düzeneği.

 

 

 

 

                                                          

 

 

 

 

 

 

G

Gaama: Şaşkınlık. Kabul etmeme.

Gabış: Kel.

Gabiyet: Kabahat.

Gacır gucur: Acur.

Gadak: Bardak.

Gadem: Kardeş.

Gadıbudu: Uzun karpuz.

Gağız: Herhalde.

Gağlamak: Kötülemek.

Gahanma: Bir şeye özenme, imrenme.

Gaklık: Kayalarda yağmur biriken oyuk.

Gala: Kale.

Galama: Tersleme.

Galgötürüm: Dağıtma.

Galhamak: Kıymık.

Galhoturum etmek: Alt üst etmek, karıştırmak. Komşunun çocuğu evi galhoturum etti.

Galiyet: Düğünlerde havaya atılan hediye.

Gallenguş: Bir dalda durmayan. Kırlangıç.

Gamga: Tahtanın yontulmasından arta kala parça.

Gamıtak: İnatlaşmak.

Ganayak: Elinden bir iş gelmeyen kadın.

Ganırak: Balgam.

Ganiyetsiz: Doyumsuz.

Gannapa: Çok yiyen.

Ganne gibi: Şıranın berrak olması.

Gannelenmek: Durulmak.

Garamet: İftira atma.

Garer olmak: Kıvamında olmak.

Garlangop: Cümbür cemaat.

Gasalmak: Övünmek. Göğsün kabarması.

Gatlah: Kadar.

Gavi giyinmek: Kalın giyinmek.

Gavluk: Yılan derisi.

Gavurga: Buğdayın sacda kavrulmuş hali.

Gayde: Vakit, zaman.

Gayıl: Razı.

Gaysırak: Balgam.

Gebelek: Klebek.

Geberyatlık: Uyumadan önce yenilen yemek.

Gedavlı: Yassı ağaç çivi.

Gedeli: Budanan asma çubuğunu toprağa gömerek filizlenmesini ve köklenmesini sağlamak.

Gelberi: Çatallı değnek.

Gelemiç: Bozköy kasabasının eski ismi.

Gelenegi: Gelincik.

Gelep: İp.

Gelik: Gelmiş.

Gen: Sürülmemiş arazi.

Genaz: Sanırım.

Gen deyze: Yenge.

Gennabla: Gelin abla.

Germani: Uzak.

Germeğen: Pınarcık Köyü’nün eski ismi.

Getlek: Gırtlak.

Geyrek: Kaburganın ucunun boşalması.

Gıbal: Yüz, sima.

Gıbtı: Tasarruflu.

Gıcırtkan: Tahterevalli.

Gıfadan: Gizlice.

Gıfırık: Heyecanlanma.

Gıklık: Koyun kırpılan alet.

Gıllavlamak: Ayıplamak.

Gımçıtma: Ağzından kaçırma.

Gım gım: Yavaş yavaş.

Gıncırat: Salıncak.

Gınnap çalısı: Sataşan, bulaşan kişi.

Gıptı: Cimri, pinti.

Gıraanlı: Çok, bir sürü.

Gıtel: Katil.

Gıvız: Ekin biçildikten sonra kalan kısa boylu otlar.

Gıy: Kenar.

Gıyık: Büyük iğne.

Gıyın gıcık: Ölmeyecek kadar.

Gızınmak: Isınmak.

Gicişmek: Kaşınmak.

Gidik: Gitmiş.

Gilar: Kiler.

Girsanem: Kapıda durma içeri gir anlamına kullanılır.

Goçe: Bor’da yaşayan Kırlen ve Papreçko muhacirlerinin büyük ağabey, koruyan, kollayan anlamlarında kullandıkları kelime.

Godal: Gel. Bırak da gel.

Godaz: Kendini beğenmiş.

Gofa: Kova.

Goma: Git durma.

Goma la: Birini çağırmada kullanılan ifade.

Goparak gel: Koş gel.

Gosa: Tırpan.

Govdurmak: Atın üstündeyken atı koşturmak.

Govlamak: Dedekodu yapmak.

Göbünü: Etli pilav.

Göde: Şişman

Göden: Vücut. Karın.

Gödermek: Şişmek.

Göğ: Gökyüzü.

Göğan: Sivrisinek.

Göğnü dönmek: Midesi bulanmak.

Göğnülmek: İç çekerek ağlamak.

Gölek: Su birikintisi.

Gölük: Eşek.

Gönen: Toprağı sulamak.

Gönürsu: Tam yanmamış toprak.

Göpçümek: İçi kıpır kıpır olmak. Gönlünden kopmak.

Göpmek: Çok yiyip karnının şişmesi.

Görapalmak: Sarılıp kalmak.

Göregap olmak: İstekle karşılamak.

Gössü: Köstebek.

Götürgü: Kasık bağı.

Göynek: Gömlek.

Gözer: Büyük elek.

Gubarmak: Göğsünü kabartma.

Gubat: Kaba.

Gubuz atmak: Mübalağalı konuşma.

Gubür: Hayvan gübresi.

Gulaasma: Allah çektirmesin anlamında kullanılır.

Guluç: Sırt.

Guma kı: Neden kız?

Gumanım: Galiba.

Gunnamak: Doğurmak.

Gurdalamak: Kurcalamak.

Guşane: Tencere.

Guyluşturmak: Karıştırmak.

Guyralı: Akrep.

Güldür: Bir ekmek türü.

Güllabi: Armut çeşidi.

Güllap: Menteşe.

Günülemek: Kıskanmak.

Güpdüşen: Armut türü.

Gürbündü: Kuşburnu.

Gürdükme: Çoşma.

Gürpeden: Aniden, bir anda.

Güverti: Sebze ekilen yer.

 

 

 

 

 

 

 

 

                                  

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                            H

Hababa: Çok yalan konuşan.

Habe: Heybe.

Habire: Devamlı.

Hacana: Çöpçatan.

Hacat: Hacet, ihtiyaç.

Hadar olmak: Ders almak.

Haflenmek: İçine korku düşmesi.

Hahüğür: İtiver.

Haım: Harman yeri.

Hakaç: Kuru et.

Hakiyetsiz: Hak yiyen.

Halazlanmak: Ateşin şiddetlenmesi.

Halbüse: Halbuki.

Haleşem çalmak: Gürültü yapmak.

Halmetmek: Saldırmak.

Hamırsamak: Uzun süredir yemedeğin yiyeceğin canı çekmesi.

Hamut: Atların boynuna takılan araba çekmeye yarayan alet.

Hangıra: Neresi.

Hangırdamak: Kahkaha atmak.

Hangirde: Nerede.

Harar: Büyük çuval.

Harargaç: Çocukların oynadığı bir oyun türü.

Har dikeni: Sivri dilli.

Hari he: Abartma.

Hassır yassır: Darmadağın olma.

Harzuval: Kömür tozu.

Hatallah: Neredeyse.

Hava ağıp dönüyor: Havanın bulutlanması.

Havhaç olmak: Haşat olmak.

Havli: Kömürcü köyünde bahçe duvarı anlamında kullanılan kelime.

Hayat: Evin havlusu.

Hayazulcu: Göze sürme çeken.

Hayış: Açgözlülük.

Haylama: Avazı çıktığı kadar bağırma.

Hayma: Gölgelik.

Hazaar: Herhalde.

Hazmitiam: Düzgün.

Heleki: İyi ki.

Heleşem: Kalabalıkta yapılan eğlence.

Helik: Küçük taş.

Helki: Kova.

Hellen goo: Hafif.

Hereni: Büyük tencere. Hayvan gübresi.

Heşertmek: Bir işi açık açık yapmak.

Hevüç: Havuç.

Heybe: Hayvanların sırtlarına konulan iki gözlü çanta.

Heye: Evet.

Hezen: Büyük kalas.

Hıllı: Doğru, düzgün.

Hınaza: Sinsi, kötü niyetli.

Hıncalmak: Sertleşmek.

Hındıkma: Üzüntüyü içine atma.

Hıra: Zayıf. Bir yaşından küçük oğlak.

Hırbeşer: Dengesiz, bir anı bir anını tutmamak.

Hırtıbı: Külliyen.

Hırtıl: Havuç.

Hışer: Kesinlikle.

Hış gibi: Çok fazla, aşırı.

Hırkıtmak: Burkmak.

Hırtıbı kesilmek: Çok yorulmak.

Hırtıt: Havuç.

Hıyar: Salatalık.

Hinci: Şimdi.

Hiyeri: Be adam.

Hohu: Koku.

Hon deve: Deve gibi uzun boylu.

Honnuk: Bahçelerde su almak için duvar dibine açılan delik.

Hoputmak: Sırtına yüklenmek.

Horanta: Geniş aile. Evin hanımı.

Horç heybesi: Çobanın azık koyduğu torba.

Horhöbelek: Ortalığın karışması.

Hornuk: Damlardaki su borusu.

Hortuk: Delik.

Hosillenmek: Baştan savma iş yapmak.

Hoydana: Uzun boylu kimse.

Höndür: Kapat.

Höreke: Halı tezgahı.

Hörfene: Uluağaç ve Kiçiağaç köylerinde muhacir gençlerin toplanıp yaptıkları ziyafet. Örfene olarak da söylenir.

Höst: At sürerken kullanılan kelime.

Hömürmek: Böbürlenmek. Kibirlenmek.

Höykürmek: Bağırmak.

Hümermek: Karşı gelme. Bağırma.

Hüngürdeme: Ağlama.

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                          

 

 

 

 

 

 

 

    I

Ibrık: Güğüm.

Icık: Azıcık.

Igralama: Sallama.

Iğsalamak: Çırpmak.

Ihbala: Rastgele.

Ihınıma: İşte burada.

Ihmanlı: Becerikli.     

Ihtı: Esmeyen, kuytu, tenha yer.

Ikma: Oturma.

Ildır ıldır: Işıl ışıl.

Ilıcak: Hamam.

Imık: Ilık.

Imırsık: Mızıklı kişi.

Imzıksımek: Etin kokması ve yumuşaması.

Intırga: Kuşku, şüphe. Entrika.

Ipta: Önce.

Iramak: Uzaklaşmak.

Iramık: Dağda yetişen, böğürtlene benzeyen bir meyve.

Ircacı: Ricacı olmak.

Irılma: Sakinleşme.

Irılmamak: Ayrılmamak.

Irışgan: Kasten, bilerek.

Irmamak: Ayırmamak.

Istar: Halı.

Istar dohur: Halı dokur.

Ivgalanmak: Uzun uzun düşünmek.

                                              

 

 

 

 

 

                                                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İ

İbibik: Bir kuş türü.

İfil kurdu: insanın içini kemiren şüphe.

İfrit: Pis koku.

İgleme: Usanma.

İğtimek: Yağın bayatlaması.

İhiya: İşte burada.

İki canlı: Hamile kadın.

İkindi darbına gel: Gelin olmak. Kına gününe gelmek.

İkti: Maddi menfaat bekleyen.

İlağne: Lahana.

İlason: Küçükköy’ün eski ismi. Halk arasında İlasan olarak da geçmektedir.

İlaşe: Ele güne karşı.

İlbiz: Tırnağın kenarında çıkan et parçası. Örümcek ağı.

İleçer: Reçel.

İleen: Leğen.

İl ekmeği: Sahur.

İlenmek: Beddua etmek.

İletiyirdaal: İletiver gel.

İlizim: Uyuz.

İnekona: Enikonu.

İni: Kayın.

İnil inil: Çok fazla, zibil gibi.

İnkisar: İntizar.

İpiy: Epeyce.

İrbet: Kirli.

İsemek: Merdiven.

İslik: Gömlek.

İsmariş: Sipariş.

İşgil: Sucuk.

İşkillenmek: Şüphelenmek.

İşmar: İşaret.

İşşik: Balkon giriş kapısı.

İştema: İşte burada.

İtaş itmek: Araya vermek.

İt burnu: Kuşburnu.

İteği: Büyük örtü.

İthey: İnce halı.

İtimek: Yiyeceklerin bozulup acıması.

İvelenmek: Vakit geçirme.

İvevik: Kumru.

İynihan: Obur.

İyya kemiği: Karın boşluğu ortasındaki kemik.

İzinname: Evlenme cüzdanı.

İzoz: Kendini beğenmiş.

 

 

 

 

 

 

                                                           K

Kabura: Kaburga. Kaburanı itler yesin beddua olarak geçen bir cümle.

Kaçan: Kaçma alışkanlığı olan hayvan.

Kafa biçimlendirmek: Kafa yormak.

Kafle: Kafile.

Kakamak: Tandırların üstünde yapılan kapları yukarıda tutmaya yarayan kabarıklar.

Kakmak: İtmek.

Kamara: Önü açık küçük dolap.

Kanayaklı: Çaresiz kadın.

Kanlı bağlama: Pencere üstüne atılan bağlama.

Kapalaşmak: Kapışmak.

Karece: Boş yere.

Karık: Üzüm dikilen tümsek.

Kara böcü: Domuz.

Kara canavar: Domuz.

Karamez: Ovalıbağ Köyü’nün eski ismi.

Karamık: Demirkazık Köyü’nün eski ismi.

Kara mışrığım: Esmerler için kullanılan sevgi sözcüğü.

Karden gelme: Gurbetten para kazanıp gelen kimse.

Karnım yavıncıdı: Karnım acıktı.

Karsanba: Gereksiz eşya.

Kavcalamak: Hoyratça karıştırmak.

Kavilleşmek: Sözleşmek.

Kavluk: Büyük bohça.

Kavumsak: Cana yakın konuşmak.

Kebişgen: Taş yapılı evlerde dışa doğru uzatılan kalas çıkıntısı.

Kek: Elma armut kurusu.

Kekitmemek: Saptırmamak.

Kekre: Ekşimsi tadı olan.

Kele: Uyuz hayvan.

Keler: Mağara. Koyunların barındığı mağara.

Keleş: Güzel.

Keleşlenmek: Kendi kendine gelin güvey olmak.

Kelete: Buğdayı değirmene götürmeden önce temizlemek.

Kelik: Ayakkabı.

Kelp: Çok yiyen. Bostanlarda her bir bölüm.

Kendir: Urgan.

Kennay: İnadına yapma.

Kep: Çok yiyen.

Kepir: Kayalık.

Kerahat: Haylaz, yaramaz.

Kerçine yapmak: İnadına yapmak.

Kerde: Bostan yeri için hazırlanan tümsek.

Kerem it: İnsaf et.

Keres ufağı: Küçük parçalar.

Keresimek: Pekmezin bayatlaması.

Kerme: Tezek.

Kermen: Yünü ipliğe çevirmek için kullanılan tahtadan alet.

Kertikenen: Tertipli, düzenli.

Kertilmek: Akran saymak.

Kertiş: Kertenkele.

Kertişkene: Kertenkele.

Kesek: Taş şeklinde toprak.

Keser inseli: Saman altında su yürüten.

Kesgaan: Saldırgan köpek. Keskin bıçak.

Kesirinden gelmek: Sırf inat olsun diye yapılan iş.

Keş: Yoğurttan yapılan peynir.

Keşgene: Ekmek gibi şeyleri taşımak için yapılan merdiven şeklinde tahta.

Keşik: İmece yapanlar.

Keşli: Patavatsız konuşan kimse.

Ketlez: Hasta kız çocuğu.

Kettiri: Zayıf kız çocuğu.

Keven: Öbek şeklinde kısa boylu bitki.

Keyişmek: Sırıtmak.

Kıbal: Şekil, biçim.

Kığ: Keçi, koyun pisliği.

Kılıklı: Yeterli miktar.

Kılmanas: Bor’a bağlı Tepeköy’ün eski ismi.

Kırı: Eşek yavrusu.

Kıtır atmak: Zarf atmak, zarflamak.

Kıyık: Kalın iğne.

Kıymık: Tahtaların elimize batan küçük parçası.

Kızan: Çiftleşme dönemindeki köpek.

Kızçe: Niğdeli muhacirlerin küçük kız çocukları için kullandıkları tabir.

Kızıllanmak: Oyunbozanlık etmek.

Kiçiağaç: Yeşilova’nın eski ismi.

Kilitmek: Kurdele düğümü.

Kipe: İşkembenin ucu.

Kirtik: Bitmek üzere olan sabun.

Kirtiş: Kalabalık.

Kişniş: Küçük taneli üzüm.

Kitilemek: Söylenmek.

Kocaağmak: Yufka kırıntıları ile peynirin karıştırılması.

Kocam avuç: İki avuç dolusu.

Kolan: Palanı tutan ip.

Kolannı yiğit: Babayiğit.

Kolayırak: Kolayca.

Konak: Kepek.

Kopta gel: Koşarak gel.

Kopuyur: Koşarak git.

Korona: Çömlekçi köyünün eski ismi.

Kotekle: İtekle.

Köfnük: Leblebinin biraz kavrulmuş hali.

Köfter: Üzüm suyundan yapılan yöresel tatlı.

Kömelti: Karartı.

Kömüs: Bağ, bahçe ve tarlalarda sulama işine bakan kişi.

Kör duman: Sis.

Köreken: Damat.

Körepe: Çelimsiz.

Körsen: Loş.

Kösemec: Köşe.

Kösere: Bıçak bileme aleti.

Köskü: Köstebek.

Kössüköme: Köstebeğin dışa attığı toprak yığını.

Köstü: Köstebek.

Köten: Tarlayı sürme aracı, pulluk.

Kulaçe: Bor’da yaşayan Papreçko ve Kırlen muhacirlerinin yaptığı karbonatlı ekmek.

Kulük: Küçük balyoz.

Kuraksamak: Abur cubur yeme isteği.

Kurdunus: Niğde’nin merkeze bağlı Hamamlı mahallesinin eski ismi.

Kursağı dışarda: Samimi, cana yakın.

Kursak: Mide.  

Kusgun: Palanın arka kısmını dengede tutan ip.

Kuşluklama: Koyunun köyde yatması.

Kuyruk ölüsü: Akrep.

Kücü ağacı: Halı dokumacılığında kullanılan araç.

Külle: Tandırın havalandırma deliği.

Küllük: Evdeki çöpleri topladıkları alan.

Küllüm: Külliyen.

Küncü: Susam.

Künnük: Tuvalet.

Küreleme: Kovalama.

Kürem: Koyunların bir araya gelmesi.

Küremleşmek: Kalabalık olmak.

Kürü: Eşek yavrusu.

Kütmek: Ağacın kökünden çıkan odun.

                                                           L

Lafgar: Boş konuşan, geveze.

Lambur lumbur: Dengesiz yürüme.

Lalik: Terlik.

Lapıt: Pulluğunu çamurunu temizlemeye yarayan kısa değnek.

Lappadan: Aniden, bir anda.

Lapur: Dikkatsiz.

Lavsan: Himmetli Köyü’nün eski ismi.

Lef: Çok pişmiş.

Lenger: Büyük bakır tabak.

Lingirdemek: Sallanmak.

Lobut: Şişman kimse.

Loda: Saman yığını. Erzak koyma yeri.

Lölübogaz: Hızlı yemek yiyen.

Lömp: Ağır yürüyen.

Löylüm: Portakal.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           M

Mabein: Salon.

Macar: Yüz kiri.

Macca: Kir.

Mada: Mide.

Madası geçmek: Karnı doymak.

Madünüs: Maydaonos.

Makat: Sedir örtüsü.

Malamat ettin: Rezil ettin.

Mal gelini: Gelincik.

Manadura: Domates.

Mantı: Sapsız bıçak.

Marimeyse: Meğerse.

Martaval: Yalan.

Maru gibi: Güzel.

Masıra: Kamıştan yapılmış ip makarası.

Maşa: Mandal.

Mat dudak: Sarkık ve kaba dudak.

Mayalı: Ekmek.

Mayda: Yiyecek.

Mayha: Rezil.

Mayıl mayıl: Masumca bir bakış.

Mazarrat: Zararlı.

Mecal: Hal, takat.

Meccik: Kilim dokumacılığında ipin sağa sola gitmesini sağlayan tahtadan yapılmış düzenek.

Mehlike: Güldürücü.

Mehremetim kalktı: Nefret etme.

Melendiz: Çiftlik ilçesinin eski ismi.

Melik: Kilim dokumacalığında ilmiklerin arasını pekiştirmek için hazırlanmış ip.

Memişhane: Tuvalet.

Merkeb: Eşek.

Mertek: Evin altındaki küçük odunlar.

Mertlemek: Zıplamak.

Mesme: Önemsememe.

Meşkef: Kir, pislik, pasak.

Metel: Masal.

Meyduran: Merdiven.

Meyilsimemek: Aldırış etmemek.

Mıh: Çivi.

Mıhlantıs: Mıknatıs.

Mıklanma: Uyuma.

Mırık: Surat, yüz.

Mırrığı eğilmek: Suratı asılmak.

Mısmıl durmak: Uslu durmak.

Mıymıntı: Mızmız.

Middirdemek: Yerinde durmamak.

Miliz: Arı.

Miltan: Gömlek.

Momucu: Umacı.

Mucuk: Sivrisinek.

Mudara: Muhtaç olmak.

Mukaat olmak: Sahip olmak.

Murtandı: Murtaza Köyü’nün eski ismi.

Muzayka: Üzüntü.

Muzurnas: Ara bozucu.

Mücerret: Mutlaka.

Mücümensiz: Beceriksiz.

Mürdümüne: Beyhude

Müzevir: Laf taşıyan.

Müzümsüz: Geveze.

 

 

                                  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           N

Naakıt: Ne vakit.

Nacak: Balta.

Nalçı: Düz taş.

Namtı: Ele yapışan hamurları temizlemeye yarayan bıçak.

Nane mulla: Süs biberi.

Naran: Ne arıyorsun.

Narpuç: Yabani nane.

Naştahlı: İştahlı.

Navaat: Ne vakit.

Navrak: Parlak.

Naynas: Kırkpınar Köyü’nün eski ismi.

Nebim: Ne bileyim.

Ne direşi batın: Niye ayktasın.

Nehnedar: Rahatsız.

Nesei olmuş: Nasıl olmuş, iyi olmuş mu?

Ne surudyan: Niye suratın asık?

Neşaşi: Ne garip.

Neşeğil: Nasıl yani.

Neşia: Ne şekilde.

Nezelmek: Narinleşmek.

Nidecen: Sanane.

Nikbet: Bulaşık kimse.

Nindeyim: Ne yapayım.

Nolu: Bidon.

Nörüyon: Nasılsın?

Nuriyar: Pembe bir üzüm türü.

 

 

                                  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           O

Oğ: Bir seslenme ünlemi.

Oğmaç: Peynir ekmek karışımını ıslatılarak hazırlanan yiyecek.

Ohlaz: Kendini beğenmiş.

Ohmatsız: Gözü doymayan.

Okka buçuk: Çok az miktar.

Okra: Sığırların sırtındaki kene.

Olçum: Kaba.

Onalmak: Bunalmak.

Onaşşa: Aşağı doğru.

Ondan kelli: Ondan sonra.

Onoharı: Yukarı doğru.

Onuç: Önce.

Onuçun: Onun için.

Opsar: Çömlekçi köyünün eski ismi.

Osanmak: Sıkılmak.

Oskislemek: Köpeği bir yçne doğru yönlendirmek.

Oyuklamak: Kaba dikiş atmak.

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           Ö

Öcelemek: Ovalamak.

Öcüt: Ödünç.

Ödü sıtmak: Çok korkmak.

Öğrek: Keklik sürüsü.

Öğürsek: Kızgınlaşmış inek.

Önese: Avlanmak için saklanılan yer.

Önmek: Takip etmek. Nişan almak.

Öniya: İnat.

Ören kadı: Baykuş.

Örklemek: Hayvanı bir yere bağlama.

Örselemek: Elle karıştırmak.

Örü: Çobanların gece yemeği.

Östten mi: Gerçekten mi?

Ötea: Öteki.

Öteberi: Eşya.

Ötoon: Geçen gün.

Ötürmek: Hayvanların ishal olması.

Ötüyn: Öteki gün.

Övelemeç: Tereyağlı, yufka ekmekli yumurta.

Öyceleme: Elleri birbirine sürtme.

Özneştirmek: Özlendirmek.

                                  

                                                           P

Pakırcak: Toprak tencere.

Pakla: Fasulye.

Palaspandıras: Alelacele.

Palaz: Keklik yavrusu. Dokuma halı.

Palazıma: Dengesiz konuşma.

Pali: Küçük köpek.

Panale: Baca.

Pangurut: Para.

Pantul: Pantolon.

Parç: Maşraba.

Parlak: Gelincik çiçeği.

Parmulamak: Dövmek.

Pateis: Patates.

Pavkırmak: Kabarmak.

Pavlüke: Fabrika.

Pece: Baca.

Pehle: Elin orta kısmı.

Penes: Yuvarlak altın.

Perem perem: Parça parça, lime lime.

Perence: Pencere.

Perun: Çatal.

Peşker: Havlu. Bazı yerlerde peşkir olarak geçmekte.

Petka: Bor’da yaşayan Papreçko ve Kırlen muhacirlerinin yufka ekmek için kullandıkları tabir.

Pıradan: Bir kuşun bir anda havalanması.

Pırtı: Giysi.

Portmak: Kabarmak.

Posiyet: Spor ayakkabı.

Pöç: Kuyruk sokumu.

Pugale: Baca.

Pulu petka: Bor’da yaşayan Papreçko ve Kırlen muhacirlerinin yufka ekmek ve tavukla yaptıkları bir tür yemek.

Pusgüt: Bisküvi.

Püs: Ağaçlarda çıkan yapışkan madde.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           S

Saçkı: Fırında yakmak için kullanılan ot.

Sagu: Ceket.

Sağır keyiş: İleri derecede sağır.

Sah: Sığ.

Sahu: Elbise.

Sakametlik: Aksilik.

Sakırga: Kenenin küçüğü.

Salık: Haber.

Samarık: Tembel kişi.

San: İçi geçmiş üzüm.

Sarkanal: Sakatat.

Savan: Kilim.

Savat: Surat, yüz. Kemer.

Savuşturmak: Yolcu etmek.

Sean: Kömürcü köyünde tabak için kullanılan tabir.

Seğli: Şap.

Sehim: Hisse.

Sekmek: Merdiven.

Selevir: Eşeğin üzerinde gübre taşımak için ottan yapılmış kap.

Semendire: Niğde merkeze bağlı Ovacık köyünün eski ismi.

Senirtmek: Koşmak.

Sestenmek: Seslenmek.

Setik: Kısırlık bulgur.

Seyip: Avare bir şekilde gezmek.

Seyricekli: Hareketli.

Sıdalanmak: Üzülmek.

Sıktırma: Korse.

Sındı: Makas.

Sınıkçı: Kırık çıkıkçı.

Sıracalı: Hastalıklı. Şımarık.

Sırçan: Fare.

Sırpat: Kene gibi yapışan kimse.

Sıtara: Nazı geçmek.

Sıtarasız: Suratsız.

Sızgıt: Kışa hazırlanan kavurma.

Siftinmek: Bir işi yapmamak için oyalanmak.

Siğirtmek: Boş boş gezme.

Sin: Mezar. Neden.

Sinecan: Sinsi.

Singil: Sinsi.

Sivlim büklüm: İki büklüm.

Siymek: Köpeklerin işemesi.

Soğluç: Büyük bıçak.

Soku: Taş dibek.

Sokum: Lokma.

Sokurdanmak: Söylenmek.

Somya: Yatak.

Sormuk: Cıncık şeker.

Soyka: Ayakkabı.

Soypumak: Zayıflamak.

Söbü: Sivri.

Söğürme: Fırında hazırlanan et yemeği.

Sömek: Koçan.

Söyündürmek: Söndürmek.

Susa: Araba yolu. Asfalt.

Susan: Sulu yemek.

Süfür: Bor’da yaşayan Papreçko ve Kırlen muhacirlerinin sahur için kullandıkları tabir.

Sümaye: Nafile.

Sümdük: Her gördüğünü isteyen.

Süsmek: Hayvanların tokuşması.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           Ş

Şaplak: Tokat.

Şarahmana: Üzüm çiğnenen yer. Bazı yerlerde şarapana ya da şırambar olarak bilinir.

Şarhada: Kırıp döken çocuk.

Şaşal: Şişe.

Şataflamak: Güzel, övücü sözlerle kandırmak.

Şavlık: Aydınlık.

Şek: Nazar.

Şelek: Ot birikintisi.

Şellenmek: Tebelleş olmak.

Şepe: Biraz kalınca açılan anında yenilen yufka ekmek.

Şeytal: Çamaşır bezi.

Şibidik: Terlik.

Şinci: Şimdi.

Şinnemek: Şımarmak.

Şipir şipir: hızlı hızlı.

Şipit: Çok ıslak.

Şirpik: Çapak.

Şişek: Bir yaşına girmiş kuzu.

Şuncaaz: Azıcık.

 

 

 

 

 

                                                           T

Tabaklı: Köşkönü Köyünün eski ismi.

Talba: Def.

Taka: Raf.

Tana pişiren: Keven otu.

Tapan: Tarlayı düzeltmeye yarayan alet.

Tarpaz: Darboğaz kasabasının eski ismi.

Tasından gitmek: Takip etmek, arkasından gitmek.

Teberik: Hediye.

Tecce: İp sarma makinesi.

Tellik: Takke.

Tevatır olmak: Yakışmak.

Tığlamak: Ekinin yeni çıkması.

Tıngır leğen: Küçük leğen.

Tırıs: Hızlı koşmak.

Tırpadan: Aniden.

Tısılıyam: Nefes darlığı.

Tızıkmak: Hızlıca uzaklaşmak.

Tilbi: Temizlik hastası.

Tinge getirmek: Geri getirmek.

Tingoz: Huysuz.

Tirit: Kelle suyu ile yapılan yemek.

Tirki: Demir süzgeç. Tepsi.

Tohumkavuk: Düğün olmadan önce yardıma gelen kişiler.

Toklu: Bir yaşındaki koyun.

Tokluluk: Ambar.

Tokuç: Çamaşır dövmeye yarayan tokmak.

Tokuldaşmak: Fısıldaşmak.

Tomofmil: Otomobil.

Tomsarmak: Surat asmak.

Toylamak: İkramda bulunmak.

Töme: Kabarık.

Tönge: ekini toplamak için ottan yapılan araç.

Töyfe: Aksi.

Tuluk: Keçi derisinden yapılmış tulum.

Tutturuk: Ateşi tutturmaya yarayan çalı çırpı.

Tüğmek: Gizlice kaçmak.

Tülemek: Tavuk tüyünü dökmek.

Tülpüşük: Dağınık.

Tyana: Kemerhisar kasabasının eski ismi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           U

Ucca ucca: Yavaş yavaş.

Ufra: Ekmeğin yanmış kısımları.

Uğra: Kepeği alınmış un.

Uğum uğum: Bölük bölük.

Uğunmak: Uyuya kalmak. Acıdan kıvranmak.

Ulak: İlave.

Ulmak: Yaranın azması.

Uluca: Kuma.

Uluviran: Uluören köyünün eski ismi.

Urup: Ölçü birimi, iki kilo buğday alan kap.

: Önce.

Utukmak: Unutmak.

Uyku semesi: Uyku sersemliği.

Uylamak: Aynı işi ısrarla yapmak.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           Ü

Üğüldeşmek: Bebeğin konuşma denemeleri.

Üğütlemek: Ayıklamak.

Ümüğü ötmek: Açlıktan perişan olmak.

Ülü: Bol yemek.

Ürkün: Yüksek duvar.

Ütmek: Kellenin tüylerini yakarak temizlemek. Oyunda yenmek.

Üskuğuta vurdu: Sessizleşti.

Üvendire: Ucunda iğne bulunan öküzleri gütmek için kullanılan değnek.

Üzberlemek: Zorlamak.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           V

Vadırdamak: Çok konuşmak.

Velesbit: Bisiklet.

Velleyli: İşin özü.

Vıcıtmak: Fırlatmak.

Vızıkvılı: Muhallebi.

Vira vira: Sürekli.

Vittırı vızık: Pekmezle yapılan unlu helvaya verilen isim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           Y

Yabma: İneğin dışkısı.

Yadırgı: Başıboş ya da dağlara salınmış atlar.

Yağar: Eşeğin sırtındaki yara.

Yağım yıkıldı: Çok yorulmak.

Yakan: Sivrisinek.

Yakkın: Yakıcı sıcak.

Yalaha: Köpeklere seslenmek için kullanılır.

Yalangı: Kömürcü köyünde soba tutuşturmak için dağdan toplanan bitki.

Yalavuş: Yalaka.

Yaldır: Açıkgöz.

Yalık: Mendil.

Yamsılmak: Saygısızca, yayılarak oturmak.

Yamuk: Güvenilmez.

Yangabaz: Ters, aksi kişi.

Yanaz: İnat, kötü.

Yapağlı: Saçı keçe gibi olma.

Yavıncımak: Midesi bulanmak.

Yayetmek: Yaymak.

Yaynıktırmak: Rahatsız etmek.

Yekinmek: Davranmak.

Yenişden: Yeniden.

Yerin anı: En derin yer.

Yevninin günü: Her gün.

Yeyni: Hafif.

Yılıkkan: Yalama, gevşemiş.

Yiğe: Gezgin.

Yiğincek: Yerinde duramayan, tez canlı.

Yiğmek: Yiyeceğin bozulması.

Yinli: Uçarı, ele avuca sığmayan.

Yosmiyeyim: Benzetmek gibi olmasın anlamına kullanılır.

Yoşan: Giyilmiş.

Yuğmak: Yıkamak.

Yuha: İnce, hafif giysi. Derin olmayan.

Yumuş: İş.

Yunlu: Uzun saçlı.

Yuvak: Kabaran toprak damları yağmura karşı sertleştirmek için kullanılan taş silindir.

Yüğrük: Çıban türü.

Yüksük: Yüzük.

Yüzükmek: Utancından biri ile karşılaşmaktan çekinme.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                           Z

Zaalle: Bakar mısın?

Zaar: Herhalde.

Zabanan: Sabahın erken vakitleri.

Zagır: Galiba.

Zarinne: Çatal iğne.

Zedya: Zeytin yağı.

Zeldari: Kayısı.

Zevk etmek: Dalga geçmek.

Zeytun: Zeytin.

Zıbarmak: Yatmak, uyumak.

Zığanak: Azar.

Zımbık: Yumruk.

Zınarmak: Karşı gelmek, itiraz etmek.

Zıngılda: İşe yaramaz.

Zırıncımak: Yemeği beğenmemek.

Zırlama: Ağlama, bağırma.

Zırnık: Para.

Zıymak: Aşağı doğru kaymak.

Zibil: Çöp, toz.

Ziğarmak: Karşı gelmek.

Zoba: Soba.

Zobu: İşe yaramaz.

Zollu: Kaliteli.

Zombuk: Balyoz.

Zopçuk: İriyarı, kalın.

Zopurdanmak: Yerinde duramayan.

Zop zop: Yerinde duramayan çocuk.

Zorsunmak: Üşenmek.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlgili Bloglar

Niğde Muhacir Sözlüğü ve Mübadele Üzerine Araştırma

Niğde Muhacir Sözlüğü ve Mübadele Üzerine Araştırma

Niğde Muhacir Sözlüğü ve Mübadele Üzerine Araştırma
Arrow
Niğde Sözlüğü

Niğde Sözlüğü

Niğde ili tarihi, örfü, gelenek ve görenekleri olarak ilginç bir şehir. Tarih olarak Frigler, Hititler, Roma İmparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu, Birinci Beylikler Dönemi, Anadolu Selçuklu Devleti, İkinci Beylikler Dönemi, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devletlerine tanıklık etmiştir.
Arrow